zikr-i ask
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

zikr-i ask

Zikri Aşk İle Söyleyenler..
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Günün Sohbeti...

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimePaz Mart 28, 2010 6:53 am

Resulullaha tâbi olmanın önemi nedir, tâbi olmak için ne yapmalı


[color=green]Resulullaha tâbi olmanın önemi nedir, tâbi olmak için ne yapmalı?
Resulullaha tâbi olmanın önemi nedir, tâbi olmak için ne yapmalı CEVAP
Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Bunun alameti de, Onun düşmanlarını düşman bilmek, Onu beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete müdahene, yani gevşeklik sığmaz. Aşıklar, sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı icap eder.

Resulullahı sevmek, bütün Müslümanlara farz-ı ayndır. Onun sevgisi bir gönüle yerleşirse, İslamiyet’i yaşama, imanın ve İslam’ın tadına, doyulmaz zevkine ermek ne kadar kolay olur. Bu sevgi, iki cihanın efendisine tam uymaya sebeptir. Bu sevgiyle Allahü teâlânın Habibine ikram ettiği sonsuz ve tarife sığmaz nimetlere ve bereketlere kavuşmakla şereflenilir. Küçük, büyük her Müslümanı doğrudan doğruya Resulullahın sevgisine götüren Ehl-i sünnet âlimleri ve kitapları bu bereketlerin senetleridir.

Bu dünya nimetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Ahirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. Bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselama tâbi olarak geçirilirse, seadet-i ebediyye, sonsuz necat, kurtuluş umulur. Yoksa Ona tâbi olmadıkça, her şey, hiçtir. Ona uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik, burada kalır, ahirette ele bir şey geçmez.

Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tâbi olanlara mahsustur. Dünyada yapılan hayrat ve hasenat, yani bütün iyilikler, bütün keşfler, bütün hâller ve bütün ilimler Resulullahın yolunda bulunmak şartı ile, ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine tâbi olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olamaz.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfir olarak ölenlerin işleri, dünyada da, ahirette de boşa gider.) [Bekara 217]

(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi ki, bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]

(Kâfirlerin [iyi] işleri, engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır. Ama, yanına varınca, umduğunu bulamaz. [Kâfir de, kıyamette, iyiliklerini serap gibi yapan, yani yok eden] Allah’ı bulur ve Allah da onun hesabını eksiksiz görür.) [Nur 39]

(Rablerini inkâr edenlerin [imansızların faydalı] işleri, fırtınalı bir günde, rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer; o işlerin hiç faydası olmaz.) [İbrahim 18]

(Kâfirlerin [beğenerek] yaptığı bütün işler, kıyamette boşa gider.) [Tevbe 17]

(İmansızın ameli boşa gider, ahirette de ziyana uğrar.) [Maide 5]

(Kâfirlere ahirette yalnız Cehennem vardır. Emekleri boşa gider.) [Hud 16]

(Kıyamette onların yaptıkları her işi toz duman ederiz.) [Furkan 23]

(Kıyamette en çok ziyana uğrayanlar, iyi işler yaptıklarını sanıp da, bütün çabaları boşa gidenlerdir.) [Kehf 103-104]

Bir kimse, binlerce sene ibadet etse ve ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse ve güzel huyları ile yanındakilere ve keşf ettiği aletler ile, bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed aleyhisselama tâbi olmadıkça, İslam dinine inanıp müslüman olmadıkça ebedi saadete kavuşamaz.

İşte âyet-i kerime mealleri:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [A.İmran 19]

(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]

(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [A.İmran 85]

(Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed, 33]

(Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır.) [Feth 17]

(Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]

Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi olan, Allahü teâlâya sadık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan yüzyirmidörtbinden ziyade Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir. Musa aleyhisselam Onun zamanında bulunsaydı, o büyüklüğü ile beraber, Ona tâbi olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini herkes bilir. Onun ümmeti olan müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete herkesten önce gireceklerdir.

Ona tâbi olmak, yani Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu, Kur’an-ı kerimin gösterdiği yoldur. Bu yola İslam Dini denir. Ona uymak için, önce iman etmek, sonra Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip, haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lazımdır. Bunlardan sonra, mubahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.

İman etmek, Ona tâbi olmaya başlamak ve saadet kapısından içeri girmek demektir. Allahü teâlâ Onu, dünyadaki bütün insanları ebedi saadete davet için gönderdi.

Âyet-i kerimelerde mealen buyuruldu ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]

(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]

Ona tâbi olarak yapılanlar makbuldür. Mesela, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceyi ibadetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, kaylule etmek, yani öğleden önce biraz uyumak âdet-i şerifesi idi.

Mesela Onun dini emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun dininde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. Onun dininin emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir.

Emir-ül-müminin Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshabı; “Geceleri sabaha kadar ibadet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır” deyince, Emir-ül-müminin; “Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi olurdu” buyurdu.

İslamiyet’ten sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefslerini körletiyor ise de, İslamiyet’e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret kalır. Halbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun birkaçının itibarı olsun. Bunlar, mesela çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten daha çok çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyet’e tâbi olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları, yüz binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, çok beğenir.

Böyle olduğunu kendi kitabının çok yerinde bildirmiştir. Mesela, Âl-i İmran suresi, otuz birinci âyetinde mealen; “Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Allah’ı seviyorsanız ve Allah’ın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allah bana tâbi olanları sever” buyuruyor.

İslamiyet’e uymayan şeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Belki cezaya sebep olur.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Nisa suresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kat’i ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; “Elbette muhakkak böyledir” buyurdu ve bazı doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki:
(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]

Bütün insanlara önce lazım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bildirdikleri gibi bir iman ve itikad edinmektir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın yolunu bildiren, Kur’an-ı kerimden murad-ı ilahiyi anlayan, hadis-i şeriflerden murad-ı peygamberiyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyamette kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allah’ın Peygamberinin ve Onun Eshabının yolunu kitaplara geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan koruyan, Ehl-i sünnet âlimleridir.

Ehl-i sünnetin reisi, imam-ı a’zam Ebu Hanife Nu’man bin Sabit’tir (radıyallahü teâlâ anh).

Evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri buyuruyor ki:
“Eğer Musa ve İsa aleyhimesselamın ümmetlerinde, imam-ı a’zam Ebu Hanife gibi bir zat bulunsaydı, bunlar Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa dönmezdi.”

Muhammed aleyhisselama tâbi olmak ahkam-ı İslamiyeyi yani İslam dininin emirlerini beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini, İslamiyet’in kıymet verdiği üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak demektir ve dinine uymak istemeyenleri, beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri zelil, hakir ve aşağı tutmaktır.

İki cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Ona tâbi olmak için iman etmek ve ahkam-ı İslamiyeyi öğrenmek ve yapmak lazımdır.

Resulullah efendimize tâbi olmak yedi derecedir:
Birincisi, Ahkam-ı İslamiyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır. Bütün Müslümanların ve âlimlerin ve zahidlerin ve abidlerin tâbi olması, bu derecededir. Bunların nefsleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ, merhamet ederek, yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.

İkincisi, emirleri yapmakla beraber, Resulullah efendimizin bütün sözlerini ve âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.

Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hallere zevklere ve kalbe doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun “vilayet-i hassa” dediği makamda ele geçer. Burada, nefs de iman ve itaat eder ve bütün ibadetler, hakiki ve kusursuz olur.

Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu derece, ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bu rasih ilimli âlimler, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin derin manalarını ve işaretlerini anlar. Bütün Peygamberlerin eshabı böyle idi. Hepsinin nefsleri iman etmiş, mutmainne olmuştur. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf ve vilayet yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bütün bid’atlerden kaçanlara nasip olur. Bugün, dünyayı bid’at kaplamış, sünnetler gayb olmuştur. Bugün, sünnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryasından kurtulmak çok zordur. Bid’atler, âdet hâlini almıştır. Halbuki âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve sünnet olamaz.

Beşincisi,Resulullah efendimize mahsus kemalata, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemalat, ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak, Allahü teâlâdan, lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.

Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyyet ve ma’şukiyyet denilen kemalatına, olgunluklarına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.

Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi metbua o kadar benzer ki, tâbi olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resulullah efendimiz gibi, aynı kaynaktan, her şeyi alır.

Ona uymanın ufak bir zerresi bütün dünya nimetlerinden ve ahiret saadetlerinden kat kat üstündür. İnsanlık meziyeti ve şerefi Ona tâbi olmaktır. Resulullah efendimize uymak için Müslümanların Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden birinde olmaları temel şarttır.

Ey saadete kavuşmak isteyen akıl sahipleri! Bütün gücünüzle Ona tâbi olmaya çalışınız! Bu devlete, bu nimete mani olan her şeyden kaçınız! Harikalar gösteren bir din yobazını ve yüksek mevkiler, diplomalar ele geçirmiş olan bir fen yobazını, yani Ona tâbi olmak şerefinden mahrum olan bir cahili, bir gafili görürseniz, bunun sözlerinin, yazılarının, radyolardaki, televizyonlardaki saçmalarının, yalanlarının, insanı felakete sürükleyeceğini ve hiç böyle gösteriş yapmayan, fakat çok dikkat ile ve titizlikle Ona tâbi olana inanmanın, Onu sevmenin, felaketlerden kurtarıcı çok kıymetli ilaç olduğunu biliniz! [Yalnız Kur’an diyen, Kur’anı getirmekle vazifesi bitti, O postacıydı diyen, Kelime-i şehadetin ikinci kısmına yani Muhammedün Resulullah demeye lüzum yoktur diyen din düşmanlarına inanmayı, yollarında bulunmayı felaket biliniz. Yaralı aslandan daha fazla bunlardan kaçınız.]

“Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz!”
Ona tâbi olmak (Ahkam-ı İslamiye)yi beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini ve İslamiyet’in kıymet verdiği, üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak demektir ve Allahü teâlânın emirlerine uymak istemeyenleri sevmemektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki;
(Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmelisiniz! Öğretmez iseniz mesul olacaksınız.) [Müslim]

(Bir müslümanın evladı ibadet edince, kazandığı sevap kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna fısk, günah öğretirse, bu çocuk ne kadar günah işlerse, babasına da o kadar günah yazılır.) [S. Ebediyye]

Din-i İslam’ın temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, müslümanlara (Emr-i maruf) yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor ve (Nehy-i anilmünker) emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız, diyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i marufu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.) [Bezzar]

(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.) [Deylemi]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeSalı Mart 30, 2010 6:13 am


--------------------------------------------------------------------------------

İSLAMDA YETİM, YETİMİN HAKLARI ve SORUMLULUKLARI Yetim, Arapçadaki yütm kökünden gelir Yütm, çocuğun ergenlikten önce babasını kaybetmesi demektir Diğer canlılarda ise, anasını kaybetmek anlamındadır Fıkıh dilinde yetîm (çoğulu: yetâmâ, eytâm), babasından yoksun kalan çocuk demektir Ergenlik yaşına gelmeden babasını kaybeden erkek ya da kız, zengin ya da fakir çocuklara “yetim” denir Babası ve annesi ölen çocuğa latîm, yalnızca annesi ölen çocuğa, acî (aciyyun) denir Kocasından yoksun kalan kadın için de “yalnız, dul” anlamında “yetim” kelimesi kullanılır Yetimler, toplum içindeki boynu büküklerdir Onlar, topluma Allah’ın emanetidirler Bunun için, yetimleri himaye ederek eğitip yetiştirmek ve onların topluma yararlı insan olmalarına çalışmak, Müslümanların ahlaki ve hukuki görevidir “Büluğ çağına ulaştıktan sonra, yetimlik kalkar

Yetimin Rabbi var Bir imtihandır yetim Yiyen, içen, yürüyen, konuşan bir imtihan Dul annesine, dedesine, amcasına, babasının din kardeşlerine, insanlığa imtihandır Kazanırken herkesin kazandığı, kaybederken ise, yetimden önce öbürlerinin kaybettiği bir imtihan O, aramızda dolaşan bir test aracıdır Mala esaretimizin olup olmadığı, “benden doğmasa bile bana ait” çocuklarımın, bağrıma basacak bebelerimin olup olmadığını test eder İnsan ve mal yan yana geldiğinde neyin öne geçeceğini test eder
İnsanla başlayan ve onunla devam eden bir imtihanın adıdır o Yetimlikle iç içeyiz Kimse bir yetimin torunu olmadığını belgeleyemez

Bu ümmetin peygamberi de yetim geldi Yetimi korudu, yetimi kollamayı vasiyet etti Rabbi ona emretti, o da ümmetine Yetimi okşadı Yetime babalık yapanlara cennet vaat etti Cennette kendisine iki parmağın yakınlığı kadar yakın bir konum vaat etti

Yetim, tek tek tuğlalardan oluşan muhkem bir binanın nasıl kurulduğunun, bir büyük ümmetin tek vücut şuuruna nasıl erdiğinin izlenebileceği bir aynadır O aynaya bakar, vefamızı ölçeriz Merhametimizi, insanlıktan neler barındırdığımızı ölçeriz Yetim olabilirdim, o ezikliği ve eksikliği yaşayabilirdim… Babalı büyümenin şükrü olarak bir yetime kefil olma ve ona yürek açma vefası göstermek, kendini anlamış olmaktır

Yetimle sabrımız ölçülür İnsanların neredeyse kendi çocuklarına tahammül edemedikleri bir zamanda, dinden ve insaniyetten kardeşimiz olan “elin çocuğu”nun yerli yersiz sıkıntılarına ne kadar tahammül edebileceğimiz ölçülür İman ettiğimiz Rahman Rabbimizin rahmetinden payımıza ne düştüğü ölçülür Bunun için yetim rahmettir, sabırdır, ispattır, imtihandır Sadaka vermenin, Allah yolunda infakın en verimli alanlarından birisi yetime bakmak, onun hayatına kefil olmaktır

Yetime ilgi ve onu kefalet altına alma, Ramazan ayında annesinin çorbasını, ayağının çorabını teminden ibaret olmamalıdır Yetimi yedirmekle yetimi sahiplenmek, açıları farklı bakışlardır Biri zaman zaman hatırlama, belki de baştan savma gibi anlaşılabilen bir tavır; diğeri ise, kendinden görme, sorumluluğunu hissetmedir Sevap olması açısından bir dilim ekmek dahi şüphesiz Allah katında me’cur bir ameldir Nihayetinde ecri vardır Ancak bir babanın boşluğunu doldurmaya çabalamak daha geniş bir alanda gerçekleştirilebilir çaptadır

Yetimin ailesine bir poşetlik erzak sunmayı da küçümsemiyoruz elbette Ancak insanın kaderinde muhtemelliği yüksek bir vakıaya karşı kurumsallaşmış bir yetim babalığı ihtiyacını gözümüzle müşahede ediyoruz İleri derecede ve oturmuş bir yetim kefaleti, müminlerin himayesinde geliştirilmiş bir kuruma dönüştürülmelidir Bunun için şu tavsiyeleri öne çıkarıyoruz:

Yetim için anne, iki kanat yerine tek kanatla uçabileceği en önemli değerdir Yetimler kadar annelerinin de himaye altına alınmaları önemlidir Onların, anneli bir yetimlik yaşamaları, onurlu ve iffetli bir anneye sahip olmaları büyük bir nimettir Yetim anneleri için yetimlerle paralel yürüyen projeler geliştirilmelidir

Yetimin ihtiyacı mücerret yiyecek ve giyecekten, okuyup diploma sahibi olmaktan ibaret algılanmamalıdır Sadece yetime kazandırma değil, aynı zamanda yetimi kazanmayı da ihtiva eden planlarla yola çıkılmalıdır

Yetimlik Kur’an’da yer alan bir imtihan vesilesi olarak bilinmelidir Pek çok ihtimalli bir sonucun bizi beklediğini müdrik olmalıyız Yetimin horlanmasına sebep verilmemesi gerektiği gibi, aşırı himaye ile, ele avuca sığmaz hale gelmesine de sebep olunmamalıdır Yetime kol kanat açmayı ona velayet sahibi olmak gibi düşünmek hatalıdır

Yetimleri sahiplenmede kurumsallaşma, bilhassa asrın getirdiği ilave sorunlar karşısında zorunlu olmuştur Yetimlere yönelik çalışmaları yürüten vakıflar ve benzeri kurumlar aslında, birer fert olarak ifa etmemiz gereken bir görevi ifa ettikleri için bizim yükümüzü taşımaktadırlar Yetimlere karşı hissettiğimiz yükümlülüğü vakıflara ve benzeri kurumlara karşı hissetmek zorundayız

Evlat edinme seçeneği ise İslam fıkhı açısından sakıncalıdır Yetimi eve alma yerine ona ev gibi bir yer sağlama yolu takva açısından daha uygundur

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Gülmek.......   Günün Sohbeti... Icon_minitimePerş. Nis. 01, 2010 7:08 am

Hazreti Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, her ifadesi lâl ü güher Efendiler Efendisi şöyle buyurur:

“Çok gülmeyiniz! Zira çok gülmek kalbi öldürür.

(İbn Mace, Zühd, 19)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeCuma Nis. 02, 2010 9:24 am

Allah’ı sevmek ve tanımak nasıl olur?
Allah’ı sevmek ve tanımak nasıl olur?
Sual: Allahü teâlâyı sevmek nasıl olur?
CEVAP
Allahü teâlâyı sevmek ikiye ayrılır:
1- Farz olan sevmek,
2- Farz olmayan sevmek.

Farz olan sevmek, Allahü teâlânın emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, kaza ve kaderine razı olmaktır. Haram işlemek ve farzları yapmamak, bu sevginin gevşek olduğunu gösterir.

Farz olmayan sevgi, nafileleri de yapmaktır. Şüphelilerden sakınmaya sebep olur. Hadis-i kudside Allahü teâlâ buyuruyor ki:

(Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında bana en sevgili olanlar, ona farz kıldığım şeyleri yapmasıdır. Kulum nafile ibadetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki, onu çok severim. Onu sevince, onun duyan kulağı, gören gözü ve tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Her istediğini veririm. Benden yardım isteyince, imdadına yetişirim.) [Buhari]

Şu halde, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadet, farzları yapmaktır. Burada bildirilen nafile ibadetler, farzlarla birlikte yapılanlardır.

Ömer bin Ali Fakihani hazretleri buyuruyor ki:
Bu hadis-i kudsi gösteriyor ki, farzlarla birlikte nafile ibadetleri yapan, Allahü teâlânın sevgisini kazanır.

Ebu Süleyman Hattabi hazretleri buyuruyor ki:
Bu hadis-i kudsi gösteriyor ki, bunların duaları kabul olduğu gibi dua ettikleri kimseler de, muratlarına kavuşur. (Mevahib)

Marifetullah
Sual: Marifetullah ne demektir?
CEVAP
Marifetullah, Allahü teâlânın zatını ve sıfatlarını tanımak demektir. Zatını tanımak, anlaşılamayacağını anlamaktır. Sıfatlarını tanımak ise, mahlûkların sıfatlarına benzemediklerini anlamaktır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Onun benzeri hiçbir şey yoktur, O hiçbir şeye benzemez.) [Şura 11]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Hz Hubeyb Ve Rasul Sevgisi   Günün Sohbeti... Icon_minitimeC.tesi Nis. 03, 2010 6:17 am

Hz Hubeyb Ve Rasul Sevgisi

--------------------------------------------------------------------------------

BİR-İ MAUNNEDE ESİR OLAN İKİ MUHTEŞEM SAHABİDEN BİRİSİ DE HUBEYB R.A DIR. BAKALIM BU YÜCE İNSAN NELERE MARUZ KALMIŞ. VE EFENDİMİZİ NE KADAR SEVMİŞ:

LİHYAN OĞULLARINDAN ADEL VE KARE KABİLELERİ EFENDİMİZE GELİRLER VE İKİ TANE SAHABE İSTERLER. İSLAMI KENDİLERİNE ÖĞRETECEK 10 SAHABEYİ EFENDİMİZ ONLARA GÖNDERİR.BU ON SAHABEDEN 8 İ YOLDA BU HAİN KİŞİLERCE KATLEDİLİR. VE İKİ SAHABE ESİR ALINIR:

[color=#FF0000]1 HUBEYB

2 ZEYD BİN DESİNNE
VE ŞİMDİ BU ESARETİ BİZLER ADIM ADIM GÖRELİM Kİ. EFENDİMİZ NASIL SEVİLİRMİŞ BİRDE SAHABİ GÖZÜYLE BAKIP ANLAYALIM..

BU İKİ SAHABE ESİR ALINDIKTAN SONRA MEKKE MÜŞRİKLERİ TARAFINDAN SATIN ALINIRLAR. VE SAHABİ SEVGİSİ VE SABRI İŞTE BURADA BAŞLAR. BAKALIM NE OLMUŞ:

Kureyş'in kararı bu iki Sahabîyi şehid etmekti. Bir müddet hapiste işkence ve eziyetlere maruz bıraktıktan sonra, bir gün alıp ikisini birlikte Ten'im mevkiine götürdüler. İki kahraman Sahabî son olarak kucaklaşıp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulundular.


VE TENİM MEVKİSİ:

Çukur kazılmış, direk dikilmişti. Hz. Hubeyb'i direğe doğru götürdüler. Gönlü Allah ve Resûlünün muhabbetiyle dopdolu Hz. Hubeyb, telâşsız, tereddütsüzdü. Dini uğrunda şehid olmayı en büyük şeref biliyordu. İki rekât namaz kılmak için müsâade istedi. İzin verilince bütün samimiyeti ile Yüce Mevlâsının huzuruna yöneldi

İki rekât namazını kıldıktan sonra müşriklere dönerek,

"Vallahi," dedi, "eğer Hubeyb ölümden korktu da namazı uzattı demeyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım."
Hz. Hubeyb bu hareketiyle, idamdan önce, iki rekât namaz kılma âdetini de başlatan ilk insan oluyordu.

VE MÜŞRİKLERİN ACİZ KALDIĞI NOKTA:

Müşrikler ona,

- "Muhammed'in dinini terk eder ve ecdadının dinine dönersen sana emân veririz!" dediler.

Kahraman Sahabî,

"Vallahi hayır! İslâmdan asla dönmem. Hattâ dünya, içindekilerle beraber bana verilse yine de dönmem!" diye cevap verdi.

Bu sefer müşrikler,

"Doğru söyle, şimdi senin yerinde Muhammed olsa ve sana bedel o öldürülse memnun olurdun, değil mi?" diye sordular. Gönlü Resûlullaha muhabbetle yanıp tutuşan Sahabîden gelen cevap müşrik cânileri şaşırttı, tüylerini diken diken etti:

"Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, Peygamberimin ayağına bir diken batmaktansa, evimden, hayatımdan, çoluk çocuğumdan olmaya razıyım


VE RAHMANIN HUZURUNA GİTMEDEN SEVGİLİ İLE SON KEAZ SELAMLAŞMA:

"Allah'ım, şu anda düşman yüzlerden başka yüz göremiyorum. Allah'ım, şurada selâmımı Resûlüne ulaştıracak hiç kimse yok. Ne olur, ona selâmımı Sen ulaştır.

"Allah'ım! Sen, bize Resûlünün peygamberliğini bildirdin. Bize revâ görülenleri de ona sabahleyin bildir."
Bu hazin duâ yapılırken, Resûl-i Ekrem Efendimiz de Medine'de Hubeyb'in selamını, "Aleykesselâm" diyerek aldı. Sonra Ashabına dönerek, "Kureyş, Hubeyb'i şehid etti" buyurdu.VE ÖLÜRKEN BİLE RAHMANIN RIZASINI GÖZETMEK:

Hz. Hubeyb ise şehid edilmeden önce, eli kolu ağaçtan direğe bağlı bekletiliyordu. Karşılarında, babaları öldürülmüş kırk genç ellerinde mızraklarla duruyorlardı. Emir alınca dört bir taraftan mızrakları bu aziz Sahabînin vücuduna batırmaya başladılar. Hubeyb'in işkenceler altında ruhunu teslim etmesini istiyorlardı. Bir ara Hz. Hubeyb'in yüzü Kâbe'ye döndü. Allah'a bundan dolayı hamdetti,

"Hamdolsun O Allah'a ki, yüzümü, kendisinin, Resûlünün ve mü'minlerin razı oldukları kıbleye çevirdi" dedi.
Kureyş müşrikleri buna da tahammül edemediler ve onun yüzünü Kabe'den çevirdiler. Fakat, fedakâr Sahabî yüzü Kâbe'ye doğru şehâdet makamına erişmek istiyordu. Rabb-i Rahimine, "

Allah'ım! Eğer ben Senin katında hayırlı bir kul isem, yüzümü kıblene çevir" diye yalvardı.
Kıbleye çevrilen Hubeyb Hazretlerinin yüzünü müşrikler bir daha başka tarafa çeviremediler...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimePaz Nis. 04, 2010 6:33 am

Yalan
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Yalan, herhangi bir kişi, topluluk veya kuruma, yanıltmak amacı güdülerek yapılan rol veya doğru olmayan herhangi bir ifadedir. Daha yalın bir anlamda, yalan yanlış olduğu (doğru olmadığı) bilinmesine rağmen, üçüncü partinin (kişi, topluluk veya kurumun) doğru olarak algılamasını amaçlayan bir hareket veya ifadedir. Yalan'ın toplumda her zaman yakalanmamasının nedeni karşılıklı güven olarak ifade edilebilir. Genelde çoğu ahlâk geleneğince, yalan kötü olarak kabul edilse de, yalan ahlâkının etik içerisinde çok farklı boyutları vardır ve farklı durumlar içerisinde tartışılır. Zaman zaman bu tartışmalar sonucu, yalan her daim, kötü olarak sınıflandırılmayabilir: örneğin, bir kişinin hayatını kurtarmak için yalan söylemek gibi. Bununla birlikte genel olarak yalan tarih boyunca büyük bir ahlâksızlık, kötü bir hareket olarak görülmüştür. Yasal olarak yalanın tarifi ve getirileri de etikteki gibi farklıdır ve durumlara, yasalara ve yasal sistemlere göre büyük farklılık gösterir. Dinler tarihinde de yalanın çok önemli bir yeri vardır. Birçok din yalanı yasaklar örneğin, İbrahimi Dinler yalanı günah sayarlar. Adli makamlar ve güç sahipleri yalanı sistemli şekilde yakalamak üzere çeşitli mekanizmalar geliştirmiştir. Bunlara örnek olarak kayıt sistemleri ve yalan makineleridir. Yine de herb zaman yalanı yakalamada başarılı olunduğunu söylemek güçtür. Örneğin stres durumlar yalan makinesinde yalan söylemiş gibi kalp atış hızı değişikliklerine yol açabilirler. Bazı kişiler karşısındakinin yalan söyleyip söylemediğini anladığına inanırlar. Ancak istatistiklere göre ortalama bir insanın karşısındakini %50 oranında yakalayabilmektedir. %90 doğruluğa yaklaşanlara ise ancak 1/10.000 oranlarında rastlanır. Yalan sadece insanlara özgü olmayıp hayvanlar dünyasında da yaşamda kalmak için kendini olduğundan farklı göstermek, başka birine veya ortama benzeme örnekleri yaygındır. Yalan söyleyen yakalanmadığı sürece yalanı uzun süre sürdürebilir. Ancak bu kendisi için bir ekstra bir yük teşkil eder.
Ayrıca;
Masum yalanlar
Palavra
Örtbas etmek
Yanıltmak
Abartmak
İşkembeden atmak
Kafa karıştırmak
Dezenformasyon
Aşk yalanları
Günahlar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeSalı Nis. 06, 2010 7:53 am

SELAM

Selam vermek sünnet,
verilen selamı almak farzdır.
Verilen selamı almamak büyük vebal gerektirir.
Müslümanlıkta eses olan din kardeşliğidir,
selam da bu kardeşliğin en güzel ve en belirgin belirtisidir.
Onun için selamı yaymalıyız, selam vermeliyiz, verilen selamı mutlaka almalıyız. (31.10.2009 19:58)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeÇarş. Nis. 07, 2010 8:36 am

Çok uyumak zararlıdır


Sual: Çok uyumak zararlı mıdır?
CEVAP
Evet hastalık yoksa çok uyumak zararlıdır. Okuyucularımızdan Ahmet Kanter’in gönderdiği şiirimsi yazı şöyledir:

Az ye kalbini pakla,
uykuyu kabre sakla.

Az uyumak nimettir,
çok uyumak gaflettir.

Gaflet ise zarardır,
kalbimizi karartır.

Fazla uykuyu at,
ihtiyacın kadar yat.

Seher gayet kutludur,
o an kalkan mutludur.

Seherde rahmet kapısı açılır,
uyanık olana nimet saçılır.

Az ye, az uyu, çok konuşma,
bir gün veli olursan şaşma.

Evliyâlığa bunlarla girilir,
sonra sayısız nimetler verilir.

Çok uyku eziyettir,
az uyku meziyettir.

Çok uyku çok fazilet götürür,
gaflet ve tembellik getirir.

Çok sevme sen yatağı ve yorganı,
uyku tembelleştirir her organı.

Unutma ki uyku ölüme eştir,
gafletle yatanın sonu ateştir.

Arifler sehere her an hasrettir,
bilirler çok uyumak musibettir.

Geceleri ne güneşler doğar,
gafletle yatanı zulmet boğar.

Uyanıklık huzurda edeptir,
çok uyku pişmanlığa sebeptir.

Midesi boş olana uyku gelmez,
az uyuyana korku gelmez.

Arif, seherde lezzet alır,
gâfiller bundan mahrum kalır.

Az uyku kalbe ciladır,
çok uyku ise beladır.

Sanma çok yemek kan olur,
çok uyuyan unutkan olur.

Çok uyumak ayıptır,
kıymetli vakitten kayıptır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Cimrilik nedir? Cimrilik nasıl izah edilebilir?   Günün Sohbeti... Icon_minitimePerş. Nis. 08, 2010 6:24 am

Cimrilik nedir? Cimrilik nasıl izah edilebilir?


Cevap
09.10.2009


“Nefsin mal hırsı” şeklinde tercüme ettiğimiz kelimenin Arapçası “şuhh” dur.

Şuhh nefsin cimrilik, eli sıkılık, hasislik denilen hırs ve kıskançlık huyu demektir. Yine cimrilik denilen “buhl” bunun fiiliyattaki tezahürüdür. Yani nefiste bulunan hırs ve cimrilik hasletine “şuhh” bu hasletlerin fiile dökülmesine de “buhl” denir.

Bazıları da insanın kendi elindekini kıskanmasına “buhl”, herkesin elindekini kıskanmasına da “şuhh” demişlerdir.

İmam-ı Gazali der ki:

“Cimrilik, dünyaya bağlanmanın meyvesidir. Cömertlik ise, zühdün yani dünyaya kıymet vermemenin meyvesidir. Meyveye yapılan övgü muhakkak ki meyveyi veren ağaca yapılmış olur. Cömertlik, gerçek tevhit ve hakiki tevekküle ermenin sonucudur. Yani Allah’ın yaptığı va’de ve rızık hususunda verdiği garantiye samimi olarak inanmaktan neş’et eder. Bunlar ise, tevhit ağacının meyveleridir. Cimrilik ise şirkten neş’et eder. Bu da sebeplere bağlanıp kalmaktan ve Allah’ın vaadi hususunda düşülen şekten neş’et eder.” (Kütüb-i Sitte)

“Sehavet ve cimrilik her ikisi de bir takım derecelere ayrılır. Sehavet, cömertliğin en üst derecesi, kendisi muhtaç olduğu halde başkasına tercih edip, ona sarf eden kimsenin derecesidir. Cömertlik hakikatte, kişinin muhtaç olmadığı bir malı, bir muhtaç veya gayr-ı muhtaca vermesinden ibarettir. Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına sarf etmek bundan daha ileridir. Cömertliğin en son haddi, kişinin muhtaç olduğu şeyi başkasına vermesi olduğu gibi, cimriliğin de en son derecesi, kişinin ihtiyacı olan bir şeyden kendini mahrum etmesi, kendi şahsına harcamamasıdır.” (Zübdetü’l-İhya, yh418)

Cimrilik en şerli haslettir

“İnsanda bulunan en şerli şey aşırı cimrilik ve şiddetli korkudur.” (Ebu Dâvud)

Cimrilik mümin hasleti değildir

Ebu Said el-Hudri’den (ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (asm) şöyle buyurmaktadır.

“Mümin bir kimsede (şu) iki özellik bir arada bulunmaz:

1.Cimrilik 2. Kötü ahlak.” (Tirmizî)


Cimrilik en belalı hastalıktır

“Hangi hastalık cimrilikten daha belalı olabilir ki? (Taberani / Cem’ul Fevaid )


Cimrilik en kötü huydur

Ebu Hureyre(ra) der ki: Resulullah’ın (asm) şöyle buyurduğunu işittim:

“Kişi de bulunan en kötü huy, hırslı bir cimrilik ile zaaf derecesinde korkaklıktır.” (Ebu Davud / Cem’ul Fevaid)

Ebu Hureyre’den (ra):

Resulullah’ın (asm):

“Bir kişi de bulunan şeylerin en kötüsü, ağlayıp sızladığı cimrilik, teşebbüsü engelleyen korkaklıktır.” buyurduğu rivayet edilmiştir.” (Ebu Davut, İbn Hıbban / Tergib ve Terhib)


Cimrilik Allah’ın (cc) buğz ettiği haslettir

Ebu Zer (ra) Resulullah (asm) :

“Üç sınıf insanı Allah (cc) sever, üç sınıf insana da buğzeder.” buyurdu dedi. Ve hadisi anlatarak şöyle tamamladı:

“Allah (cc) zinakâr ihtiyara, cimriye ve büyüklük taslayana buğzeder.” (İbn Hıbban / Tergıb ve Terhib)

Ali (ra) rivayet ediyor:

“Allah (cc), hayatında iken cimri, ölüm anında ise cömert olan kimseye buğz eder.” (Hatib)


Cimrilik Peygamber Efendimiz’in (asm) Allah’a (cc) sığındığı hasletlerden biridir

Hz. Enes b. Malik (ra) der ki:

Peygamberimiz (asm) şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten ve beni düşkün bırakacak bir ihtiyarlıktan sana sığınırım. Kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım.” (Buhari / Cem’ul Fevaid)
Kaynak: www.sorusorcevapbul.com - Cimrilik nedir?


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
akif karaca

akif karaca


Mesaj Sayısı : 302
Points : 578
Reputation : 14
Kayıt tarihi : 31/03/10

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimePerş. Nis. 08, 2010 8:58 pm

kibar abi çok teşekkür ederim böyle bir konuda bize bilgi verdiğiniz için Very Happy
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeCuma Nis. 09, 2010 7:41 am

ben teşekür ederim akif kardeşim
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimePerş. Nis. 22, 2010 8:55 am

kibar demiş ki:
Hazreti Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, her ifadesi lâl ü güher Efendiler Efendisi şöyle buyurur:

“Çok gülmeyiniz! Zira çok gülmek kalbi öldürür.

(İbn Mace, Zühd, 19)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeCuma Nis. 23, 2010 7:37 am

İslam'da Namaz Nedir?
İsmail Raci ve Luis Lamia el-Faruki
Namaz; cemaat halinde eda edildiği zaman,
aynı saftaki müslümanı sosyal ve siyasi eşitliğe, evrenselliğe,
kardeşliğe ve diğer kardeşleriyle ilgilenmeye,
onları desteklemeye teşvik eder.

İslam'da namaz Peygamber Muhammed (s.a.v.)'e vahiy suretiyle anlatılmış, sınırları ve şekli belirlenmiş özel bir ibadettir. Biçimindeki herhangi bir değişiklik onu hükümsüz kılar. Namaz, formal olduğu kadar, bütün müslümanlara farz kılınmış bir disiplindir. Onu mü'minlere mecbur kılmakla İslam, mensuplarını disipline etmeyi amaçlamış ve Allah'ın varlığının sonsuz bilincini korumuştur. Namaz, zamanı bölümlere ayırarak müslümanı sağlıklı ve düzenli bir hayata alıştırır. Temiz suyla alınan abdestle o, tazeleyici ve temizleyici bir ameliye olarak kabul edilir. Ayağa kalkma, diz çökme, secde ve oturma değişimleriyle, aynı zamanda vücut içinde bir egzersiz görevi görür . Namaz maddi ve manevi itminanı ve ruhi hazzı beraberinde getirir. Zihni günlük işlerden uzaklaştırmak,

Allah'a ve O'nun emirlerine ve varlığına konsantre olmak, kendini mutlak ve evrensel hükümdarlığa yükseltmektir. İbadet eden kişi, bu gibi uygulamalarla hayata ve onun problemleriyle karşılaşmaya öncekinden daha hazır olarak çıkar. Namazın mahiyeti, dini ibareler yoluyla akla gelen fikirler, insanı arzu dolu kılar; onu hayırlı işlere yöneltir; kötüden kaçınmaya, dünyayı iyilikle doldurmaya olan azmini güçlendirir. Nihayet cemaat halinde eda edildiği zaman, aynı saftaki müslümanı sosyal ve siyasi eşitliğe, evrenselliğe, kardeşliğe ve diğer kardeşleriyle ilgilenmeye, onları desteklemeye teşvik eder (*).

Kainattaki bütün varlıklar; güneş, çayır, çimen, ağaçlar, zikir halindedir. Sürü halinde uçan kuşlar, dağlar, taşlar keyfiyeti bize meçhul bir tesbihat ile Allâh'a kulluk ederler. Bitkilerin ibadeti kıyam halinde; hayvanlarınki rükû halinde; cansız olarak isimlendirilen nesnelerinki de yere kapanmış vaziyette, yani secde halindedir. Sema ehlinin durumları da böyledir. Meleklerin bir kısmı kıyamda bir kısmı rükûda, bir kısmı secdede bir kısmı da tespih ve tehlil'de... Ancak Allah'ın mü'minlere bir miraç olarak ikram ettiği namaz ibadeti ise bütün ibadetlerin camî (tamamını bünyesinde barındıran) bir muhtevadadır. Dolayısıyla gerçek namaz kılanlar yerde ve gökte tüm varlıkların yaptığı ibadeti içine alan bir ibadet yapmış olurlar.

Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki:Namaz, yüce ve büyük olan Allah'ın rızasını kazandırır. Meleklerin sevgisine nail eder. Peygamberlerin yoludur. Mârifet nurudur. îmanın aslıdır. Duanın icabetine vesiledir. Amelleri makbul kılar. Rızka bereket getirir. Vücuda rahatlık verir. Düşmanlar üzerine silahtır. Şeytanı uzaklaştırır. Ölüm meleği ile musallî arasında şefaatçidir. Kabirde kandildir ve orada yaygıdır. Münker ve Nekir meleklerine cevaptır. Kıyamete kadar kabirde can yoldaşıdır. Kıyamet günü olduğunda namaz kılanların üzerine bir gölgeliktir. Başına taçtır. Bedenine elbisedir. Önünde giden nurdur. İnsanlarla arasına getirilen bir perdedir. Rableri huzurunda mu'minlerin hüccetidir. Mizanda ağırlıktır. Sıratta geçiştir. Cennete anahtardır. Çünkü namaz tesbihtir, hamttır, tâzimdir, kırât ve duadır. Hasılı faziletli amellerin tümü, vaktinde kılınan namazdadır. (Tenbîhü'l-Gafilîn, 293)

Namaz Nasıl Farz Kılındı?

Farzlar, Hazret-i Peygamber - sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e Cebrâil vasıtasıyla bildirilmiştir. Fakat beş vakit farz namaz, bunlardan ayrı olarak mirâc gecesi bizzât Cenabı Hak tarafından Âlemlerin Efendisi'ne bir hediye kabîlinden takdim buyurulmuştur. Başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, Musâ -aleyhisselâm-'ın semâda Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e ;"

- Yâ Rasûlallâh! Ben, senden evvel İsrâîl oğulları'nda tecrübe ettim. Elli vakte senin ümmetin de güç yetiremez!"

şeklindeki tavsiyesi dolayısıyla Rasûlallâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, o gece Cenâb-ı Hakk'a beş defa mürâcaat ve münâcat eyledi. Nihayet namaz beş vakte indirildi.

Hazret-i Mûsâ, Peygamber Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e ;"

- Buna da güç yetiremezler!" dediyse de Rasûlallâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-;"

- Bundan başka tenkîsi Rabbimden istemeye hayâ ederim." diyerek beş vakitte karar kıldı.Ancak Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber - sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in duâsı bereketiyle merhamet eyleyip namazı beş vakte indirmenin yanında o vuslat gecesi olan mirâcda Resûlü'ne şu müjdeyi de lütfetti:"Ey Resûlüm! Benim katımda söz asla değişmez. Bu beş vakit namazın karşılığında sen, elli vaktin ecrini alacaksın." (İbn-i Mâce, İkâmetü's salât, 194)

Hazret-i Peygamber - sallâllâhü aleyhi ve sellem-, ümmetine bu beş vakit hususunda şöyle buyurur:Allâh Teâlâ buyurdu ki; "Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım. Kendi katımda verilmiş bir söz vardır. Kim o namazları tam vaktinde kılarsa, onu mutlaka cennete sokacağım. Kim de o namazları korumazsa, katımda ona verilmiş hiçbir söz yoktur."(İbn-i Mâce, İkâmetü's salât, 194),
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
akif karaca

akif karaca


Mesaj Sayısı : 302
Points : 578
Reputation : 14
Kayıt tarihi : 31/03/10

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeCuma Nis. 23, 2010 10:57 am

Harika bir konu kibar abicim
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
erdialemdar

erdialemdar


Mesaj Sayısı : 142
Points : 150
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 27/03/10
Yaş : 33
Nerden : Sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeCuma Nis. 23, 2010 10:58 am

Evet ger çekten güzel teşekürler kibar abi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
kibar

kibar


Mesaj Sayısı : 1409
Points : 2487
Reputation : 11
Kayıt tarihi : 23/03/10
Yaş : 48
Nerden : sakarya

Günün Sohbeti... Empty
MesajKonu: Geri: Günün Sohbeti...   Günün Sohbeti... Icon_minitimeSalı Nis. 27, 2010 8:43 am

[color=red]
--------------------------------------------------------------------------------

Hz Hubeyb Ve Rasul Sevgisi

--------------------------------------------------------------------------------

BİR-İ MAUNNEDE ESİR OLAN İKİ MUHTEŞEM SAHABİDEN BİRİSİ DE HUBEYB R.A DIR. BAKALIM BU YÜCE İNSAN NELERE MARUZ KALMIŞ. VE EFENDİMİZİ NE KADAR SEVMİŞ:

LİHYAN OĞULLARINDAN ADEL VE KARE KABİLELERİ EFENDİMİZE GELİRLER VE İKİ TANE SAHABE İSTERLER. İSLAMI KENDİLERİNE ÖĞRETECEK 10 SAHABEYİ EFENDİMİZ ONLARA GÖNDERİR.BU ON SAHABEDEN 8 İ YOLDA BU HAİN KİŞİLERCE KATLEDİLİR. VE İKİ SAHABE ESİR ALINIR:

1 HUBEYB

2 ZEYD BİN DESİNNE
VE ŞİMDİ BU ESARETİ BİZLER ADIM ADIM GÖRELİM Kİ. EFENDİMİZ NASIL SEVİLİRMİŞ BİRDE SAHABİ GÖZÜYLE BAKIP ANLAYALIM..

BU İKİ SAHABE ESİR ALINDIKTAN SONRA MEKKE MÜŞRİKLERİ TARAFINDAN SATIN ALINIRLAR. VE SAHABİ SEVGİSİ VE SABRI İŞTE BURADA BAŞLAR. BAKALIM NE OLMUŞ:

Kureyş'in kararı bu iki Sahabîyi şehid etmekti. Bir müddet hapiste işkence ve eziyetlere maruz bıraktıktan sonra, bir gün alıp ikisini birlikte Ten'im mevkiine götürdüler. İki kahraman Sahabî son olarak kucaklaşıp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulundular.


VE TENİM MEVKİSİ:

Çukur kazılmış, direk dikilmişti. Hz. Hubeyb'i direğe doğru götürdüler. Gönlü Allah ve Resûlünün muhabbetiyle dopdolu Hz. Hubeyb, telâşsız, tereddütsüzdü. Dini uğrunda şehid olmayı en büyük şeref biliyordu. İki rekât namaz kılmak için müsâade istedi. İzin verilince bütün samimiyeti ile Yüce Mevlâsının huzuruna yöneldi

İki rekât namazını kıldıktan sonra müşriklere dönerek,

"Vallahi," dedi, "eğer Hubeyb ölümden korktu da namazı uzattı demeyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım."
Hz. Hubeyb bu hareketiyle, idamdan önce, iki rekât namaz kılma âdetini de başlatan ilk insan oluyordu.

VE MÜŞRİKLERİN ACİZ KALDIĞI NOKTA:

Müşrikler ona,

- "Muhammed'in dinini terk eder ve ecdadının dinine dönersen sana emân veririz!" dediler.

Kahraman Sahabî,

"Vallahi hayır! İslâmdan asla dönmem. Hattâ dünya, içindekilerle beraber bana verilse yine de dönmem!" diye cevap verdi.

Bu sefer müşrikler,

"Doğru söyle, şimdi senin yerinde Muhammed olsa ve sana bedel o öldürülse memnun olurdun, değil mi?" diye sordular. Gönlü Resûlullaha muhabbetle yanıp tutuşan Sahabîden gelen cevap müşrik cânileri şaşırttı, tüylerini diken diken etti:

"Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, Peygamberimin ayağına bir diken batmaktansa, evimden, hayatımdan, çoluk çocuğumdan olmaya razıyım


VE RAHMANIN HUZURUNA GİTMEDEN SEVGİLİ İLE SON KEAZ SELAMLAŞMA:

"Allah'ım, şu anda düşman yüzlerden başka yüz göremiyorum. Allah'ım, şurada selâmımı Resûlüne ulaştıracak hiç kimse yok. Ne olur, ona selâmımı Sen ulaştır.

"Allah'ım! Sen, bize Resûlünün peygamberliğini bildirdin. Bize revâ görülenleri de ona sabahleyin bildir."
Bu hazin duâ yapılırken, Resûl-i Ekrem Efendimiz de Medine'de Hubeyb'in selamını, "Aleykesselâm" diyerek aldı. Sonra Ashabına dönerek, "Kureyş, Hubeyb'i şehid etti" buyurdu.VE ÖLÜRKEN BİLE RAHMANIN RIZASINI GÖZETMEK:

Hz. Hubeyb ise şehid edilmeden önce, eli kolu ağaçtan direğe bağlı bekletiliyordu. Karşılarında, babaları öldürülmüş kırk genç ellerinde mızraklarla duruyorlardı. Emir alınca dört bir taraftan mızrakları bu aziz Sahabînin vücuduna batırmaya başladılar. Hubeyb'in işkenceler altında ruhunu teslim etmesini istiyorlardı. Bir ara Hz. Hubeyb'in yüzü Kâbe'ye döndü. Allah'a bundan dolayı hamdetti,

"Hamdolsun O Allah'a ki, yüzümü, kendisinin, Resûlünün ve mü'minlerin razı oldukları kıbleye çevirdi" dedi.
Kureyş müşrikleri buna da tahammül edemediler ve onun yüzünü Kabe'den çevirdiler. Fakat, fedakâr Sahabî yüzü Kâbe'ye doğru şehâdet makamına erişmek istiyordu. Rabb-i Rahimine, "

Allah'ım! Eğer ben Senin katında hayırlı bir kul isem, yüzümü kıblene çevir" diye yalvardı.
Kıbleye çevrilen Hubeyb Hazretlerinin yüzünü müşrikler bir daha başka tarafa çeviremediler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Günün Sohbeti...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Günün Duası:
» Günün sözü
» Günün Ayeti kerimesi
» Günün Hadisi Şerifi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
zikr-i ask :: Dini Konular Bölümü :: Genel Dini Konular-
Buraya geçin: